Türkiye’nin Az Bilinen Antik Kentleri: Keşfedilmeyi Bekleyen Tarih Hazineleri
Türkiye, Efes veya Kapadokya gibi popüler destinasyonların ötesinde, tarih meraklıları ve macera tutkunları için keşfedilmeyi bekleyen sayısız antik kente ev sahipliği yapıyor. Ülkenin dört bir yanına dağılmış bu az bilinen antik kentler, büyüleyici hikayeleri ve etkileyici kalıntılarıyla hem yerli hem yabancı gezginlere unutulmaz bir deneyim sunuyor. Bu yazıda, turist kalabalıklarından uzak, doğayla iç içe bir atmosferde gezebileceğiniz en zengin tarihi ve arkeolojik mirasa sahip sekiz antik kenti eğlenceli ve bilgilendirici bir dille tanıtacağız. Hazırsanız, geçmişe doğru heyecan verici bir yolculuğa çıkalım!
İçindekiler
- Kibyra (Burdur)
- Sagalassos (Burdur)
- Aizanoi (Kütahya)
- Dara (Mardin)
- Stratonikeia (Muğla)
- Euromos (Muğla)
- Priene (Aydın)
- Termessos (Antalya)
- Sık Sorulan Sorular
- Sonuç
Kibyra
Kibyra Antik Kenti, Burdur’un Gölhisar ilçesi yakınlarında dağlık bir arazide konumlanır. MÖ 4. yüzyılda kurulan ve Roma döneminde bölgesinin önemli bir gücü haline gelen Kibyra, çok dilli ve kültürlü yapısıyla dikkat çekmiştir. Strabon’un bahsettiği Kibyra federasyonunun lideri olan kent, adalet sistemi ve askeri gücüyle ün salmıştı. MS 23 yılındaki büyük depremde zarar görmesine rağmen imparator Tiberius’un desteğiyle tekrar ayağa kalkan şehir, geç Antik Çağ’a kadar yaşamış ancak sonraki yüzyıllarda terk edilmiştir. Engebeli arazisi ve yıllarca gözden uzak kalması nedeniyle günümüzde pek az kişi tarafından bilinir, bu da ziyaretçilere adeta bir arkeolojik gizemi keşfetme hissi verir.
- Stadyum: 195 metre uzunluğunda, yaklaşık 10.000 kişilik kapasitesiyle Anadolu’nun en büyük ve en iyi korunan antik stadyumlarından biri. Roma döneminde gladyatör dövüşleri ve spor müsabakaları burada yapılırdı.
- Odeon ve Medusa Mozaiği: 3.600 kişilik oturma kapasitesine sahip odeon (konser ve toplantı salonu), zeminindeki renkli mermer parçalarla yapılmış eşsiz Medusa mozaiği ile ünlüdür. Bu opus sectile tekniğiyle oluşturulmuş mozaik, ziyaretçilerde hayranlık uyandırıyor.
- Agora ve Hamamlar: Geniş agorası (pazar yeri), anıtsal giriş kapısı ve Roma hamam kompleksine ait kalıntılar, Kibyra’nın antik çağda canlı bir ticaret ve kültür merkezi olduğuna işaret ediyor. Şehirde ayrıca iyi planlanmış yollar, su kemerleri ve kanalizasyon sisteminin izleri de görülebilir.
Neden az biliniyor? Kibyra, konumunun turistik ana rotalara uzak olması ve kazı çalışmalarının görece yeni başlaması nedeniyle geniş kitlelerce keşfedilmemiştir. Ancak tam da bu yüzden, burayı ziyaret edenler kalabalıklardan uzak, huzurlu bir atmosferde antik dünyanın ihtişamını kendi başlarına deneyimleyebilirler.
Sagalassos
Sagalassos Antik Kenti, Burdur’un Ağlasun ilçesindeki dağların yamaçlarında, deniz seviyesinden ~1500 metre yüksekte kurulmuş bir Pisidya kentidir. “Dağların kraliçesi” olarak anılan Sagalassos, Büyük İskender’in MÖ 333’te ele geçirmekte zorlandığı kadar sağlam savunmasıyla ünlüdür. Roma İmparatorluk döneminde Pisidya bölgesinin başkenti ve en zengin metropolü haline gelen kent, kaliteli seramik üretimi (“Sagalassos kırmızı astarlı kapları”) ve tarımsal zenginliğiyle öne çıkmıştır. 6. yüzyıldaki depremler ve veba salgınları kenti küçültmüş ve Orta Çağ’da tamamen terk edilmiştir. Yüksek dağlar arasındaki konumu sayesinde yüzyıllarca gizli kalan Sagalassos, günümüzde yapılan kazılarla adeta yeniden doğmuş ve ziyaretçilerini zamanda yolculuğa davet etmektedir.
- Antoninler Çeşmesi: MS 2. yüzyıla tarihlenen görkemli çeşme (nymphaeum), restorasyon sonrası bugün yeniden su akıtıyor. Mermer sütunlar ve heykellerle süslü bu anıtsal çeşme önünde fotoğraf çekilirken, 1800 yıl öncesinin şehir meydanında olduğunuzu hissedebilirsiniz.
- Tiyatro: Dağ manzaralı 9.000 kişilik tiyatro, Sagalassos’un en etkileyici yapılarından. Yüksek konumu sayesinde oturma sıralarından baktığınızda, antik kentin ve çevresindeki vadilerin muhteşem panoramik manzarasını görebilirsiniz.
- Hamam Kompleksi ve Heykeller: Roma hamamı kalıntıları, imparator Hadrian ve Marcus Aurelius’un devasa heykellerinin bulunduğu yer olarak ünlüdür. Kentte ayrıca kütüphane, agoralar ve çeşitli tapınaklar (örneğin İmparator Antoninus Pius Tapınağı) gibi yapılar da keşfedilebilir.
Neden az biliniyor? Sagalassos’un dağlık ve şehir merkezlerine uzak konumu, burayı turistik açıdan görece sakin tutmuştur. Antalya veya Fethiye gibi tatil beldelerine yaklaşık 110-150 km mesafede olması nedeniyle, çoğu ziyaretçi rotasına dahil olmaz. Ancak bu gizli cevheri keşfeden gezginler, tertemiz dağ havası ve kalabalıktan arınmış antik ortam sayesinde unutulmaz bir gezi yaşarlar.
Aizanoi
Aizanoi Antik Kenti, Kütahya’nın Çavdarhisar ilçesinde, Frigya bölgesinin verimli topraklarında kurulmuştur. Tarihi MÖ 3000’lere uzanan Aizanoi, Roma döneminde hem ticari hem politik açıdan bölgenin önemli metropollerinden biriydi. Özellikle tahıl, şarap ve yün üretimiyle zenginleşen kent, erken dönemde kendi sikkelerini basmış ve bir piskoposluk merkezi olmuştur. Aizanoi, günümüzde kazı çalışmaları ve restorasyonlarla her geçen gün daha fazla ortaya çıkan, “dünya çapında ilk” niteliğinde yapılarıyla ün kazanıyor. 2012’den beri UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’nde yer alan kent, yakın zamanda adını daha sık duyurmaya başladı.
- Zeus Tapınağı: Aizanoi’nin kalbinde yükselen Zeus Tapınağı, dünyanın en iyi korunmuş Zeus tapınaklarından biri olarak kabul edilir. Pseudodipteros planlı bu tapınak, hem altındaki tonozlu mekânlarıyla (tapınağın altında yer alan oda) hem de sütunlarının orijinalliğiyle görenleri büyülüyor.
- Tiyatro-Stadyum Kompleksi: Antik dünyanın ender görülen bir mimari tasarımı Aizanoi’de hayat bulmuş: 15.000 kişilik tiyatro ile 13.500 kişilik stadyum bitişik inşa edilmiştir. Bu devasa eğlence kompleksi, Roma’da oyunların ve sporun bir arada nasıl yaşandığını gözler önüne seriyor ve antik çağda adeta bir “festival alanı” işlevi görüyordu.
- Macellum (İlk Borsa): Yuvarlak planlı pazar yapısı Macellum’un duvarlarında, İmparator Diocletianus’un MS 301 yılında yayımladığı fiyat fermanının yazıtları yer alıyor. Tüm imparatorluk genelinde malların tavan fiyatlarını listeleyen bu yazıt, Aizanoi’yi dünyanın ilk bilinen borsalarından biri haline getiriyor. Günümüzde yazıtlar hala okunabilir durumdadır.
Neden az biliniyor? İç Batı Anadolu’da yer alan Aizanoi, Efes veya Pamukkale kadar tanıtılmadığı için yıllarca gölgede kaldı. Çevresindeki köy hayatının içinde mütevazı biçimde varlığını sürdürmesi ve büyük şehirlere uzak konumu, ziyaretçi sayısını sınırlamıştı. Ancak son yıllarda yapılan tanıtımlar ve devam eden kazılar sayesinde Aizanoi’nin yıldızı parlıyor – bu da kalabalıklaşmadan önce keşfetmek için tam zamanı olduğunu gösteriyor.
Dara
Dara Antik Kenti, Mardin ilinin güneydoğusunda, Mezopotamya ovasının başlangıcında yer alan büyüleyici bir yerleşim. 6. yüzyılda Doğu Roma (Bizans) İmparatoru Anastasius tarafından bir sınır garnizonu ve savunma kalesi olarak kurulmuştur. Sasanilerle Roma arasında stratejik konumda olan Dara, zamanla bir şehir haline gelerek “Mezopotamya’nın Efes’i” lakabını almıştır. Pers kralı Darius’un adını taşıdığı rivayet edilse de (efsaneler kenti Büyük İskender ve Darius’un savaşına bağlar), gerçek tarihi Bizans’ın sınır kalesi kimliğiyle şekillenmiştir. İpek Yolu’na yakın konumu sayesinde ticari önem de kazanmış olan Dara, İslamiyet’in yayılışıyla ve doğal afetlerle nüfusunu yitirmiş ve sonunda toprak altında kalmıştır. Günümüzde küçük Oğuz köyünün yanında tekrar ortaya çıkarılan Dara, ziyaretçilerine sıradışı bir atmosfer sunuyor.
- Yeraltı Sarnıçları ve Su Sistemi: Dara deyince ilk akla gelen, yer altına oyulmuş devasa sarnıçlarıdır. Bazilika Sarnıcı’nı andıran kemerli su depoları ve castellum aquae (su kalesi) sistemi, kentin kuşatma altındayken bile su ihtiyacını karşılamak üzere inşa edilmiştir. Aydınlatılmış yer altı su mahzenlerine inerek dolaşmak, ziyaretçileri zamanda yolculuğa çıkarır.
- Kaya Mezarları (Nekropolis): Kente ait nekropolis alanı, kayalara oyulmuş etkileyici mezar galerileriyle doludur. Özellikle “Galeri Mezar” olarak bilinen ve MS 591’de yapılmış büyük kaya mezarı, taş işçiliğinin zirvesini temsil eder. Mezar odalarını gezerken, antik halkın öbür dünyaya dair inançlarını hissedersiniz.
- Surlar ve Şehir Kapıları: Dara’nın etrafını çevreleyen 4 km uzunluğundaki sağlam şehir surları ve bunlar üzerindeki 28 kule kısmen ayakta duruyor. Kuzey, Güney, Doğu ve Batı yönlerinde yer alan anıtsal şehir kapıları ise kentin girişlerini süslüyordu. Özellikle su kemeri şeklindeki Kuzey ve Güney kapıları, altından akan nehir ile mühendislik harikası sayılıyor.
Neden az biliniyor? Türkiye’nin güneydoğusunda bulunması ve uzun yıllar boyunca arkeolojik çalışmaların sınırlı kalması nedeniyle Dara, çoğu gezgin için radarın dışında kaldı. Mardin’i ziyaret edenlerin bile bir kısmı, şehir merkezinin 30 km dışında yer alan bu antik kenti henüz keşfetmiş değil. Ancak son dönemde artan güvenlik ve tanıtım sayesinde Dara, yavaş yavaş hak ettiği ilgiyi görüyor. Burayı gezenler, kalabalıkların henüz ulaşmadığı bu masalsı ören yerinde adeta bir açık hava müzesini özel turla gezer gibi hissediyor.
Stratonikeia
Stratonikeia Antik Kenti, Muğla’nın Yatağan ilçesinde, Eskihisar köyü sınırları içinde bulunan ve “Gladyatörler Şehri” olarak bilinen olağanüstü bir tarihi yerleşimdir. Adını Seleukos Kralı I. Antiokhos’un üvey annesi ve sonradan eşi olan Stratonike’den alan kent, MÖ 3. yüzyılda kurulmuştur. Hellenistik dönemde beyaz mermerden inşa edilmiş görkemli binalarıyla ünlü olan Stratonikeia, Roma İmparatorluk çağı boyunca da bölgenin önemli bir ticaret ve kültür merkezi olmuştur. En ilginç yönlerinden biri, antik kent dokusunun içinde Osmanlı ve Cumhuriyet dönemine ait köy yapılarının da bulunması – yani binlerce yıllık bir yaşam continuum’u sunmasıdır. Depremler nedeniyle antik ihtişamı defalarca yara alsa da, her seferinde yeniden imar edilmiş ve en son 20. yüzyıla kadar kesintisiz yerleşim görmüştür.
- Gladyatör Mirası: Stratonikeia’da gladyatör eğitim okulu bulunduğu ve dövüşçülerin burada yaşayıp emekliliklerini geçirdikleri bilinir. Kentte keşfedilen gladyatör mezarları ve rölyefleri, arenaların kahramanlarına ev sahipliği yaptığını kanıtlıyor. Ayrıca, sporun önemini vurgulayan 267 metre uzunluğuyla Dünyanın en büyük antik gymnasionu da burada yer alıyor.
- Anıtsal Yapılar: Şehir merkezindeki 3.000 kişilik Bouleuterion (meclis binası) toplantılar ve gösteriler için kullanılırken, 12.000 kişilik tiyatrosu antik çağın sanat tutkunu halkını eğlendiriyordu. Ayrıca Augustus dönemine tarihlenen bir tapınak, agorası, sütunlu caddeleri, çeşmeleri ve hamamlarıyla Stratonikeia, tam teşekküllü bir şehir yaşamının izlerini taşıyor.
- Eskihisar Köyü ve Devam Eden Yaşam: Antik kentin ortasında 19. yüzyıl Osmanlı dönemine ait taş evler, bir tarihi cami ve kahvehane kalıntıları bulunuyor. Bu yapılar, antik yapıların taşlarının yeniden kullanımıyla inşa edilmiş. Kentte yürürken bir sokakta Roma dönemine ait bir yol taşına, hemen yanında 100 yıl önceki bir Osmanlı evine rastlamak mümkün. Bu benzersiz durum, Stratonikeia’ya “yaşayan antik şehir” karakteri kazandırıyor.
Neden az biliniyor? Stratonikeia, Muğla bölgesindeki diğer turistik merkezlerin (Bodrum, Pamukkale gibi) gölgesinde kalsa da, son yıllarda yapılan kazılar ve haberlerle adını duyurmaya başladı. Yine de, antik kentlerin yoğun bulunduğu Ege Bölgesi’nde olduğu için birçok gezginin rotasında henüz üst sıralarda değil. Bu da ziyaretçilere, dünyanın en büyük mermer kentlerinden biri sayılan Stratonikeia’yı sakin bir ortamda keşfetme şansı tanıyor. Rehberli turların yeni yeni düzenlenmeye başladığı bu kente kendi başınıza gidip tarihle baş başa kalabilirsiniz.
Euromos
Euromos Antik Kenti, Muğla-Milas karayolu üzerinde, zeytin ağaçlarıyla kaplı mütevazı bir alanda saklanan küçük ama çarpıcı bir antik şehirdir. Karia bölgesinde yer alan Euromos’un tarihi MÖ 5. yüzyıla kadar uzanır; Antik dönemde kentin adı önce Kyromos/Hyramos iken, MÖ 4. yüzyılda Halikarnassos’un kralı Mausolos tarafından “Euromos” (güçlü ve güzel) olarak değiştirilmiştir. Roma İmparatorluk döneminde özerk bir şehir olarak varlığını sürdürmüş, kendi adına para basmıştır. Ancak MS 2. yüzyılın sonlarında yaşanan büyük bir salgın (Antoninus vebası) nedeniyle nüfusu azalmış ve kent tamamen terk edilmiştir. Bu sayede birçok yapı, ortaçağ değişimine uğramadan günümüze ulaşmıştır. Euromos, özellikle tek bir yapısıyla ünlüdür ve bu yapı, her gezginin hafızasında yer edecek güzelliktedir.
- Zeus Lepsynos Tapınağı: Euromos’un ve belki de tüm Karia’nın en ikonik yapısı olan Zeus Tapınağı, MS 2. yüzyılda (muhtemelen İmparator Hadrian döneminde) inşa edilmiştir. 32 adet Korint sütunundan günümüzde 16’sı hala ayaktadır ve tapınağın ana gövdesi büyük ölçüde görülebilir durumdadır. Sütunlar üzerindeki yazıtlar, tapınağın yapımına bağış yapan yerel ileri gelenlerin isimlerini taşır. Tapınağın tam olarak tamamlanamadığı (bazı sütunlarında yivlerin bitirilmemiş olmasından anlaşılıyor) düşünülür, bu da kentin terk edilmesiyle ilişkilendiriliyor. Tamamlanmamış olsa bile, tapınak günümüze kadar bir kiliseye dönüştürülmediği için özgün pagan mimarisiyle kalabilmiştir.
- Tiyatro ve Şehir Kalıntıları: Tapınağın batı tarafındaki zeytinliklerin içinde, küçük bir antik tiyatronun kalıntıları gizlidir. Yaklaşık 2.000 kişilik olan bu tiyatronun sadece birkaç oturma sırası günümüze ulaşmıştır. Kentin sur duvarları ve agorasına ait parçalar da araziye yayılmış haldedir. Ayrıca, tapınak yolunun kenarında antik mezar taşları ve lahitler görmek mümkündür.
- Ziyaret Deneyimi: Euromos, turistik altyapının olmadığı, doğal bir ören yeridir. Tapınak etrafında özgürce dolaşabilir, zeytin ağaçlarının altında antik taşlara basarak gezebilirsiniz. Genellikle sakin olan bu bölgede, arada sırada otlayan koyun sürülerine rastlamak işten bile değil. Eğer kalabalıklardan uzakta bir huzur içinde antik atmosfer solumak isterseniz, Euromos biçilmiş kaftan.
Neden az biliniyor? Euromos, ünlü turistik rotaların (örneğin Efes, Milet, Bodrum) gölgesinde kalmış küçük bir durak. Çoğu ziyaretçi, Milas yolu üzerinde tabelasını görse de durup bu harabeleri keşfetmez. Ayrıca alandaki tek dikkat çekici yapı tapınak olduğu için, kapsamlı bir ören yeri gezisi arayanlar tarafından es geçilebiliyor. Ancak tam da bu nedenle, yolu düşen meraklı gezginler için büyük bir sürpriz etkisi yaratıyor: Hiç beklemediğiniz bir anda, karşınızda dimdik duran antik bir tapınak buluyorsunuz! Euromos’u bilen bilir; bilmeyen için ise keşfetmesi ayrı bir zevk olacaktır.
Priene
Priene Antik Kenti, Aydın’ın Söke ilçesinde, Mykale Dağı eteklerinde planlı bir şekilde kurulmuş eski bir İyon kenti. MÖ 4. yüzyılda bugünkü yerinde yeniden inşa edilen Priene, ızgara planlı şehir düzeni (Hippodamos planı) ile antik dünyada şehir planlamasının örnek modelini temsil eder. Nüfusu hiçbir zaman devasa olmamış bu şehir, “küçük ama gelişmiş” yapısıyla bilinir. Bilge insanlar yetiştiren, bilim ve sanata önem veren Priene halkı, aynı zamanda büyük İskender’in de izlerini taşır – rivayete göre İskender, Priene’yi ziyaret etmiş ve Athena Tapınağı’nın yapımına maddi destekte bulunmuştur. Antik çağda deniz kenarında bir liman kenti olan Priene, Büyük Menderes Nehri’nin deltayı doldurmasıyla zamanla kıyıdan içeride kalmış ve önemini yitirmiştir. Roma ve Bizans dönemlerinde de yaşam devam etse de, 13. yüzyıl civarında tamamen terk edilmiştir. Günümüzde ormanlık bir alan içinde sakince duran Priene, adeta doğayla bütünleşmiş bir açık hava müzesi gibidir.
- Athena Polias Tapınağı: Kente hakim bir terasta konumlanan bu görkemli tapınak, ünlü mimar Pytheos (Halikarnassos’taki Mausoleum’u da tasarlayan mimar) tarafından dizayn edilmiştir. İyon düzenindeki Athena Tapınağı’nın günümüzde beş sütunu ayağa kaldırılmış durumda ve gerisi yerde görülebilir. Tapınağın konumu ve mimarisi, antik çağ estetiğini en iyi şekilde yansıtır.
- Tiyatro ve Bouleuterion: Priene’nin 5.000 kişilik yarım daire biçimli tiyatrosu, Hellenistik dönemin en iyi korunmuş tiyatrolarından biridir. Sahne binasının kalıntıları ve özel mermer koltuklarıyla dikkat çeker. Hemen yakında, halk meclisinin toplandığı Bouleuterion (yaklaşık 640 kişi kapasiteli küçük bir tiyatro gibi) yer alır ve oturma sıraları günümüzde de seçilebiliyor.
- Şehir Planı ve Diğer Yapılar: Priene’nin sokaklarında dolaşırken, düzenli dik açılı kesişen caddelerin oluşturduğu şehir planını net bir şekilde fark edersiniz. Agora, Demeter Tapınağı, Zeus Tapınağı, konut alanları, gymnasion ve nekropol gibi kalıntılar geniş bir alana yayılmıştır. Tabelalar sayesinde bu yapıların yerlerini ve fonksiyonlarını anlayarak gezinmek mümkün. Orman içindeki bu antik şehirde kuş sesleri eşliğinde dolaşmak, insana modern dünyadan kopup geçmişte bir gün geçirme hissi veriyor.
Neden az biliniyor? Priene, ünlü komşuları Efes, Milet ve Didim üçlüsünün gölgesinde kaldığı için geniş kitlelerce çok duyulmamış bir yer. Ayrıca konum olarak ana yoldan içeride kalması ve ufak bir tırmanış gerektirmesi, tur gruplarının bazen programlarına almamasına yol açıyor. Bu nedenle Priene’yi ziyaret ettiğinizde çoğunlukla sessiz patikalar ve yalnız antik kalıntılar sizi bekler. Bu sakinlik içinde Priene’nin güzelliklerini keşfetmek ise özellikle fotoğraf meraklıları ve tarih tutkunları için gerçek bir ödül niteliğinde.
Termessos
Termessos Antik Kenti, Antalya’nın Döşemealtı ilçesinde, Toros Dağları’nın zirvelerine yakın konumdaki Güllük Dağı Milli Parkı içinde gizlenmiş bir kenttir. Deniz seviyesinden yaklaşık 1.000 metre yüksekte kurulu bu “Kartal Yuvası”, muhteşem bir doğal savunmaya sahip olduğundan Büyük İskender’in bile fethedemediği şehir olarak ünlenmiştir. Solymi adlı yerli bir halk tarafından kurulduğu bilinen Termessos, bağımsız yapısını uzun süre korumuş, Roma İmparatorluğu’na katıldıktan sonra dahi “imparatorluğun dostu ve müttefiki” unvanıyla özerkliğini fiilen sürdürmüştür. Kent, tarihte bir barış ve istikrar dönemi yaşamış; çevre şehirlerle zaman zaman çatışsa da, stratejik konumu sayesinde hep müstahkem bir kale şehir olarak kalmıştır. MS 5. yüzyılda büyük bir deprem, Termessos’un su kemerlerini yıkarak su kaynağını kesince şehir tamamen terk edilmiş ve asırlar boyunca ormanın içinde unutulmuştur. Bugün ise doğayla iç içe konumdaki kalıntılarıyla hem tarih hem de doğa tutkunlarını kendine çekmektedir.
- Tiyatro: Termessos’un en ünlü yapısı, dağın yamacına kurulmuş 4.000-5.000 kişilik tiyatrosudur. Uçurum kenarındaki oturma sıralarından baktığınızda, arka planda sonsuz bir dağ manzarası belirir. Bu tiyatroda oturup manzaraya dalmak, birçok gezgin için Akdeniz’in en unutulmaz deneyimlerinden biridir.
- Kent Surları ve Hadrian Kapısı: Şehri çevreleyen çift sıra surlar ve zor ulaşılır konumu, Termessos’u ele geçirilmez kılmıştır. Orman içinde patikaları takip ettiğinizde zaman zaman karşınıza devasa sur duvarları çıkar. Şehrin girişindeki anıtsal tak, İmparator Hadrian onuruna yapılmış olup “Hadrian Kapısı” olarak bilinir; bugün kısmen ayakta kalan bu yapı ziyaretçileri antik kente dramatik bir girişle davet eder.
- Mezarlar ve Diğer Kalıntılar: Termessos’ta yüzlerce kaya mezarı ve lahit, özellikle de kral mezarı olduğu düşünülen anıtsal lahitler, kentin nekropolünü süslüyor. “Alketas’ın Mezarı” olarak bilinen kaya mezarı, Büyük İskender’in generallerinden Alketas’ın anısını yaşatır (ölümü Termessos’ta trajik bir olaya dayanır). Ayrıca agora, kahramanlar anıtı (heroon), tapınaklar (örn. Zeus Solymeus Tapınağı) ve sarnıçlar gibi yapılar da ormanlık alana dağılmış halde keşfedilmeyi bekliyor.
Neden az biliniyor? Termessos, eşsiz güzelliğine rağmen ulaşım ve parkur zorluğu nedeniyle geniş turist kitlelerine pek ulaşmıyor. Antalya şehir merkezine sadece ~30 km uzaklıkta olsa da, kente varmak için dağ yolunda tırmanmak ve son bölümde patika bir yoldan yarım saat yürümek gerekiyor. Bu nedenle tur otobüsleri genellikle burayı programlarına almıyor. Ancak tam da bu yüzden, Termessos’u ziyaret edenler sessizliği ve vahşi doğayı yaşayarak antik kenti keşfetme ayrıcalığına sahip oluyor. Yolunuz Antalya’ya düşerse ve macera ruhunuz varsa, Termessos’un zirvesine çıkarak bu fethedilmemiş şehrin gizemini mutlaka deneyimleyin.
Sık Sorulan Sorular
Soru: Bu antik kentlere ulaşım nasıl sağlanır? Kendi aracımız olmadan gidebilir miyiz?
Cevap: Birçok az bilinen antik kent, şehir merkezlerinden uzakta doğal alanlarda bulunduğu için özel araçla ulaşım kolaylık sağlıyor. Örneğin, Kibyra ve Sagalassos’a en yakın şehirler Burdur veya Isparta olup, buralardan araba ile tabelaları takip ederek kente varabilirsiniz. Aizanoi, Kütahya’nın Çavdarhisar ilçesinde küçük bir köy içinde, kendi aracınız yoksa Kütahya’dan Çavdarhisar’a giden minibüsleri kullanabilirsiniz. Dara, Mardin’den yaklaşık 30 km mesafede ve Midyat yolunda dolmuşlarla Oğuz köyüne ulaşıp kısa bir yürüyüşle erişilebilir. Stratonikeia ve Euromos, Muğla-Milas çevresinde olduğundan araç kiralamak rahat olacaktır; Euromos’da Söke-Milas karayolu üzerinde indi-bindi minibüs imkanı da vardır. Priene’ye ulaşmak için Söke’den kalkan köy minibüslerini kullanabilir veya taksi tutabilirsiniz. Termessos’a ise Antalya’dan Korkuteli yoluna giden minibüslerle giriş noktasına kadar gidip oradan yürüyerek tırmanmak mümkün. Özetle, bazı yerlere toplu taşımayla erişim sınırlı olsa da imkânsız değil; ancak zaman açısından esneklik isterseniz araç kiralamak veya özel tur hizmeti almak iyi bir seçenek olabilir.
Soru: Ziyaret için en uygun zaman hangisidir? Hava koşulları bu antik kentleri gezmeyi etkiler mi?
Cevap: Genel olarak ilkbahar ve sonbahar ayları (Nisan-Mayıs veya Eylül-Ekim) bu antik kentleri gezmek için en ideal zamanlardır. Hava bu dönemlerde ılımandır ve yürüyüş yapmaya uygundur. Yaz aylarında özellikle Sagalassos, Priene ve Termessos gibi dağlık veya ormanlık alanlarda güneş altında yürümek yorucu olabilir; Dara ve Aizanoi gibi ovalık kesimlerde ise yazın sıcaklık oldukça yükselebilir. Eğer yazın gidecekseniz, sabah erken saatlerde veya akşamüstüne doğru gezmek, şapka ve su bulundurmak önemlidir. Kış aylarında da bazı yerler (Sagalassos, Termessos) rakım nedeniyle kar alabilir veya yolları kapanabilir, bu yüzden kışın ziyaret planlıyorsanız hava durumunu önceden kontrol etmekte fayda var. Sonbaharda yaprak dökümünün başladığı Stratonikeia veya ilkbaharda çiçek açan dağlar arasında Termessos gibi yerler, fotoğraf tutkunları için ayrıca büyüleyici manzaralar sunar.
Soru: Antik kentlere giriş ücretli mi? Müzekart geçiyor mu ve ziyaret süresi ne kadar olmalı?
Cevap: Bazı az bilinen antik kentler Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı örenyeri statüsündedir ve cüzi bir giriş ücreti olabilir. Örneğin, Sagalassos, Aizanoi, Stratonikeia ve Termessos’ta müze gişeleri bulunur ve Müzekart geçerlidir (Müzekart’ınız varsa ücretsiz girebilirsiniz). Kibyra, Dara, Euromos gibi henüz tam örenyeri düzenlemesi tamamlanmamış yerler ise genelde ücretsiz ziyaret edilebilir. Ziyaret süresi, kentin büyüklüğüne bağlı olarak değişir: Euromos gibi küçük bir alanı 30-45 dakikada gezebilirsiniz, ancak Sagalassos veya Termessos gibi büyük ve dağınık alanlar için en az 2-3 saatinizi ayırmanız önerilir. Ayrıca, Priene ve Termessos gibi yerler biraz yürüyüş ve tırmanış içerdiğinden, yanınıza su ve atıştırmalık alıp acele etmeden gezmek en iyisidir. Her durumda, bu antik kentlerin keyfini tam çıkarmak için zamanınızı bol tutup etrafı sindire sindire gezmenizi tavsiye ederiz.
Sonuç
Türkiye’nin az bilinen antik kentleri, ziyaretçilerine adeta bir zaman kapsülünde yürüyormuş hissi veriyor. Bu kentler, popüler turistik noktalara göre daha tenha olmaları sayesinde, tarihi daha otantik ve sakin bir atmosferde deneyimleme fırsatı sunuyor. Hem doğal güzelliklerin içinde konumlanmaları hem de barındırdıkları benzersiz hikayeler ile her biri keşfedilmeyi fazlasıyla hak ediyor. Üstelik bu ören yerlerinde gezinirken sadece eski taşlara bakmakla kalmayacak, aynı zamanda o dönem insanlarının hayatlarına dair izleri de hayalinizde canlandırabileceksiniz.
Gezginler için: Eğer turistik kalabalıklardan uzakta, farklı ve zengin bir rotaya çıkmak istiyorsanız, listemizdeki bu antik kentleri planlarınıza dahil edin. Yola çıkmadan önce rahat yürüyüş ayakkabıları giyin, suyunuzu ve şapkanızı yanınıza alın. Her kentin girişindeki bilgilendirme tabelalarını okumak veya mümkünse bir rehber kitap indirmek, gezerken gördüklerinizin anlamını kavramanızı sağlayacak. Ayrıca, bu sakin ören yerlerinde fotoğraf çekmek için bol bol vaktiniz olacak – günün farklı saatlerinde değişen ışığın tadını çıkarın. Unutmayın, her adımınızda binlerce yıl ötesine dokunuyorsunuz; anın keyfini çıkarın ve çevreye saygılı olun.
Rehberler için: Profesyonel bir tur rehberi veya seyahat acentesiyseniz, klasik rotaların yanında bu az bilinen hazineleri de programlarınıza eklemeyi düşünün. Gidilen grubun ilgi alanına göre, örneğin arkeoloji meraklılarına Sagalassos ve Aizanoi’nin derinliklerini anlatabilir, macera ve doğa tutkunlarını Termessos’un zirvesine taşıyabilirsiniz. Bu destinasyonlar, müşterilerinize alışılmışın dışında bir deneyim sunarak turunuzu unutulmaz kılacaktır. Ayrıca yerel halkla etkileşim kurma ve bölge ekonomisine katkı sağlama imkanı da bulacaksınız (örneğin köy pazarlarından yöresel ürünler almak gibi). Rehberlik ederken, bu kentlerin önemini ve korunmasının değerini vurgulamak da gelecek nesiller için farkındalık yaratacaktır.
Son olarak, ister bireysel bir gezgin olun ister bir grup rehberi, Türkiye’nin bu saklı kalmış antik kentlerini keşfetmek sizlere yepyeni ufuklar açacaktır. Tarih merakınızdaki ateşi körükleyecek, her köşede yeni bir hikaye fısıldayacak bu rotalara bir şans verin. Döndüğünüzde sadece görülmemiş yerler görmüş olmayacak, aynı zamanda Anadolu’nun engin tarihinde kendi keşif hikayenizi yazmış olacaksınız. Şimdiden iyi keşifler ve keyifli seyahatler dileriz!
Kaynakça
- T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı – Türkiye Kültür Portalı (antik kent tanıtım sayfaları)
- UNESCO Dünya Mirası Merkezi – Dünya Mirası ve Geçici Liste kayıtları
- İlgili kazı başkanlıklarının ve üniversitelerin yayımladığı bilimsel rapor ve tanıtım metinleri
- Bölgesel müzelerin (Burdur, Kütahya, Mardin, Muğla, Antalya) sergi ve katalog bilgileri
Yorumlar
Yorum Gönder
Düşünceleriniz Bizim İçin Önemli Lütfen yorum Bırakmayı Unutmayalım...