Header Ads


YUNAN HEYKEL SANATI

Yunan heykelinde, kişisel özellikler değil, ortak ideal tip önemlidir.
İdeal yüzler, ideal ölçülere uygun insan vücutları Yunan heykelinin başlıca özelliğidir. Karyatid Yunan mimarisinde sütun olarak kullanılan insan heykellerine verilen ad.
Başlangıçta kil, taş fildişi, kemik ve tunç gibi malzemelerden ilkel heykelcikler ortaya koyan Yunan heykelcileri zaman içerisinde bunu geliştirmişlerdir.
Heykel sanatının gelişmesine ve anıtsal heykeltıraşlığın ortaya çıkmasının nedenleri arasında olimpiyatlarda başarı kazanan atletlerin heykellerinin dikilmesi geleneği, gelişen mimariye bağlı olarak, tapınakların taştan yapılması ve bunların iç ve dış cephelerinin, kabartmalarla süslenmesi sayılabilir. Yunan heykeli karşıtlıklar ve bunun yarattığı dinamizm üzerine kuruludur. Baş başka, kollar ve bacaklar başka başka yönlere bakarlar. Bu durum gösteriyor ki Yunan heykelcisi vücut nüansları üzerinde çalışmıştır. Yunan heykelcileri örtü altından hissedilen gövdenin formunu ortay çıkarmanın çekiciliğini fark etmişlerdir. Bundan dolayı, gizlerken göstermek yunan heykelciliğinde bir motif olmuştur. M.Ö. 7. ve 6. yy.da iki büyük heykeltıraşlık ekolü görülür: Girit Pelepones İyonya Yunan heykelciliği üç bölümde incelenebilir: Antik Çağ (m.ö. 490–460) Klasik Çağ Helenistik Devir (m.ö. 330–30) Antik çağ Bu dönemden itibaren vücudun ağırlığının bir bacak üstüne verildiği, böylelikle frontal duruşun değiştiği görülür. Bu yeni duruşun gelişmiş örneğine Olimpiya Zeus tapınağında rastlanır. Klasik çağ Bu dönem Parthenon tapınağının içinde bulunan altın, fildişi Athena heykelini yapan heykeltıraş Fidyas ile en parlak çağına ulaşmıştır. Bu heykel kaybolmuştur. Günümüze kalan ise zamanında Romalıların yaptığı kopyadır. Sanatçı en çok tanrı heykelleri yapmıştır. Helenistik çağ Bu dönemde portrecilik gelişmiştir. Özellikle devlet adamlarının portreleri yapılmıştır. Bunlar arasında Büyük İskender portreleri ve bunların sanatçısı Lisppos öne çıkar. Sanatçı o zamana kadar uygulanmakta olan oranlar sistemini değiştirmiştir. Baş küçülmüş, gövde uzamış, baş vücudun 1/6’i olmuştur. Yunan heykelinde, kişisel özellikler değil, ortak ideal tip önemlidir. İdeal yüzler, ideal ölçülere uygun insan vücutları Yunan heykelinin başlıca özelliğidir. Başlangıçta kil, taş fildişi, kemik ve tunç gibi malzemelerden ilkel heykelcikler ortaya koyan Yunan heykelcileri zaman içerisinde bunu geliştirmişlerdir. Heykel sanatının gelişmesine ve anıtsal heykeltıraşlığın ortaya çıkmasının nedenleri arasında olimpiyatlarda başarı kazanan atletlerin heykellerinin dikilmesi geleneği, gelişen mimariye bağlı olarak, tapınakların taştan yapılması ve bunların iç ve dış cephelerinin, kabartmalarla süslenmesi sayılabilir. Yunan heykeli karşıtlıklar ve bunun yarattığı dinamizm üzerine kuruludur. Baş başka, kollar ve bacaklar başka başka yönlere bakarlar. Bu durum gösteriyor ki Yunan heykelcisi vücut nüansları üzerinde çalışmıştır. Yunan heykelcileri örtü altından hissedilen gövdenin formunu ortay çıkarmanın çekiciliğini fark etmişlerdir. Bundan dolayı, gizlerken göstermek yunan heykelciliğinde bir motif olmuştur. M.Ö. 7. ve 6. yy.da iki büyük heykeltıraşlık ekolü görülür: Girit Pelepones İyonya Yunan heykelciliği üç bölümde incelenebilir: Antik Çağ (m.ö. 490–460) Klasik Çağ Helenistik Devir (m.ö. 330–30) Antik çağ Bu dönemden itibaren vücudun ağırlığının bir bacak üstüne verildiği, böylelikle frontal duruşun değiştiği görülür. Bu yeni duruşun gelişmiş örneğine Olimpiya Zeus tapınağında rastlanır. Klasik çağ Bu dönem Parthenon tapınağının içinde bulunan altın, fildişi Athena heykelini yapan heykeltıraş Fidyas ile en parlak çağına ulaşmıştır. Bu heykel kaybolmuştur. Günümüze kalan ise zamanında Romalıların yaptığı kopyadır. Sanatçı en çok tanrı heykelleri yapmıştır. Helenistik çağ Bu dönemde portrecilik gelişmiştir. Özellikle devlet adamlarının portreleri yapılmıştır. Bunlar arasında Büyük İskender portreleri ve bunların sanatçısı Lisppos öne çıkar. Sanatçı o zamana kadar uygulanmakta olan oranlar sistemini değiştirmiştir. Baş küçülmüş, gövde uzamış, baş vücudun 1/6’i olmuştur. Antikçağ’daki Yunan ve Roma heykelciliği XIX. yy’ın sonuna kadar biçimsel açıdan tüm zamanların en başarılı sanatı olarak görüldü. Gerçekçilik arayışıyla biçimlerde kusursuzluğa erişme kaygısını birleştiren bu sanat, Batılı heykelcileri derinden etkiledi. Bilinen ilk eserler Kiklad Adaları ve diğer Yunan adalarındaki M.Ö. 2500’den 2000’e uzanan Kiklad putlarıdır. Üslubunun ön plana çıktığı bu şemalaştırılmış insan figürleri, son derece modern bir giz duygusu uyandırır. Yazılı belge olmadığından bu putların hangi şartlarda, ne amaçla yapıldığı hâlâ bilinmemektedir. Miken ve Minos medeniyetleri iki farklı türde heykelin doğuşuna tanık oldu. Mezarlardan çıkarılan ince iş ürünü eşyalar arasında güçlü bir gerçekçilik yansıtan altın maskeler çoğunluktaydı (M.Ö.1500’e doğru). Hatta bunların, ölülerin yüzleri üzerinde çalışılmış maskeler olduğu sanılmaktadır. Amaç, ölenlerin yüzlerini ölümsüzleştirmekti. Öte yandan taş yontucuları Miken’deki 3 m yüksekliğindeki Aslanlı Kapı (M.Ö. l300’e doğru) gibi dev eserler de ortaya koyuyorlardı. Bu saray kapısının üzerindeki kirişte, yukarı doğru genişleyen bir direk (bu Girit saraylarında rastlanan direkleri andırır) ve bu direği çevreleyen iki aslan figürü bulunur. Aslan heykelleri sarayın koruyucusu gibidir. Uygulamasındaki canlılık, işlenen temayla kusursuz uyum içindedir. “Miken ve Minos dönemlerinden sonra Eski Yunan Sanatı’nın ortaçağı olarak nitelendirilen bir dönem yaşandı. Daha sonra küçük fildişi heykelciklerle başlayan Eski Yunan Heykelciliği, Mısır’ın da etkisiyle gelişti, VII. ve VI.yy. da Arkaik, V.yy. da Klasik ve IV.yy. da İkinci Klasik dönemlerde mimarlığa koşut olarak farklı nitelikler göstererek Helenistik Dönemi hazırladı. Aşağıda seçilen alıntılar ile bu aşamalar gösterilmeye çalışılmıştır.” Felsefe Ekibi Arkaik dönem yaklaşık M.Ö. 700- 500 tarihleri arasını içermektedir. Dönemin coğrafi-tarihi görünümü için aşağıdaki bağlantıyı öneriyoruz. Arkaik Dönem Destan türünün yaygınlaşması ve Doğu'nun tanınması, M.Ö. VII. yy'da heykel sa­natını etkiledi. Bunda Mısır'ın ağırlıklı bir rolü oldu: Yunanlı göçmenlerin Nil deltasına yerleşmeleriyle birlikte Yunanistan'da da büyük boyutlu heykeller yapılmaya başladı. Heykelcilik alanında kuros (çıplak genç erkek heykeli) ve kore (saçları taralı giyinik genç kadın heykeli) heykelleri yaygınlaştı. Resim Başlangıçta, kuroslar’ın bedene yapışık olan kolları giderek be­denden ayrıldı (Milo Kurosu, İ.Ö. 550'ye doğru); saçları örgülü ve gülüşleri gizemli genç kız tipini canlandıran Koreler ise (İon Koresi) giyiniş ve yapım üslubu bakımından giderek çeşitlilik gösterdi; her iki heykel türü de Mısır'a özgü hareketsiz ve önden gösterilmiş heykellerden esinlenmişti. Alçak kabartmaya ilk olarak, Primias Tapınağı'nda, atlılar ve hayvanların temsil edildiği bir frizde rastlandı.


 Kuros ve kore.


Eski Yunan’daki (M.Ö. 700-480) heykelciler kuros («genç adam») ve kore («genç kız») temaları üzerine yoğunlaşıyorlardı. Önceleri geometrik kompozisyonlar ve sert kabartılar egemendi. Daha sonra mermer yavaş yavaş canlanmaya, kuros ve kore gerçek görünümü kazanmaya başladı. Kerameikos Hera’sı adlı heykel, sütun biçimine rağmen çok daha titreşik kabartılara sahiptir. Kerameikos eseri Tanrıça Hera’ya adadığı için heykel bu adla anılır (M.Ö. 575’e doğru). Giysiyi oluşturan yivlerin ardında bir bedenin diriliği hissedilir. Zoom in (real dimensions: 300 x 801)Resim Peplos Giymiş Kore (M.Ö. 530’a doğru) bu üslubu en eksiksiz biçimde yansıtır. Biçimlerin idealleştirilmesi, anatomik ayrıntıları engellemez. Yüzdeyse o dönemde bulunan eski çağa özgü gülümseme vardır. Resim Erkek heykelleri aynı paralelde gelişir. Kleobis ve Biton adındaki iki atletin geometrik bedenleri (M.Ö. 570’e doğru) daha sonra canlı bir anatomiye dönüşür. Bunun ilk örneği Pireli Kuros’tur (M.Ö. 520’ye doğru). Cepheden görüntü kuralına uyulur; ancak eser canlılık kazanmaya başlar.


 Yunanistan'da kireçtaşı ve mermerden anıtsal heykeller arkaik dönemde görülmeye başlar.

VI. yy sonunda, Daidalos'un adıyla anılan bir heykel üslubunun varlığı doğrulanmıştır; ama VII. yy'dan beri uzun bir geleneğe sahip olan Mısır heykel sanatının etkisinin ağır bastığı bir üslup öne çıkmıştır. Mısır heykelciliği olduğu yerde sayarken, Yunanlı heykelciler yüzyıllık bir zaman içinde, bir bacağı önde, kollar iki yana yapışık ayakta duran insan heykelinin, cepheden ve donuk tipini üsluplaştırılmışlıktan kurtararak ona hacimlerde bir doğallık ve kıvrımlarda bir incelik kazandırırlar. Yaygın adıyla kuros («genç adam, delikanlı») olarak bilinen Kritios Efebos'unu temsil ettiği bu figür tipi çıplaktır. Dişi benzeri kore ise genelde oyuntular ve renklerle hacimlendirilen zengin dökümlü giysilerle temsil edilir. Her iki heykel tipinde de saçlar ve yüz hatları renklidir. Bu figürlerin herhangi bir tanrıyı temsil etmediği, belli kişilere ait portreler de olmadığı, ama daha çok erkek ve kadın bedeninin ideal görüntülerini yansıttığı doğru olarak kabul edilebilir. Bu dönemin büyük sanatçıları başka tipleri de yaratmıştır. Rapin Atlısı (560'a doğru; Atina Akropol Müzesi'nde saklanan bu heykelin başı Paris'te Louvre Müzesi'ndedir) hayvanla insanı bir araya getiren bir kompozisyonun arkaik bir örneğidir. Taş tapınakların süslenmesi amacıyla alçak kabartma veya yüksek kabartma halinde gerçekleştirilen mimarî heykeller daha da karmaşıktır. İlk cephe alınlıklarında canavar heykelleri ağır basar; bu alınlıklardan birini süsleyen ve üç başlı bir canavarı gösteren kireçtaşından heykel, çok iyi korunmuş renkleriyle son derece şaşırtıcıdır (560-550'e doğru). Aigina Adası'ndaki Afaia Tapınağı'nın alınlıklarında görülen (VI. yy sonu veya V. yy başı) savaş sahneleri gibi sahneler yavaş yavaş kendini kabul ettirir. Sifnos Adası site devletlerinde Apollon Tapınağı'na adanan mermer sandıklar üzerindeki frizler de böyle savaş sahneleriyle süslenmiştir (525'e doğru). Bu kabartmalarda tıpkı ayaktaki heykeller gibi, arkaik heykelin karakteristik özelliklerinden olan şaşırtıcı netlikte konturlarıyla dikkat çekerler. Anıtsal heykelin başlangıcı, arkaik dönemde bir yenilik olan anıtsal mimarînin başlangıcıyla aynı zamana rastlar. V. yy'da Attike'de en parlak dönemine ulaşan Dor ve İyon üslupları bu dönem içinde oluşmuştur.


 Klasik dönem yaklaşık M.Ö. 500 den Büyük İskender’in iktidarına kadar olan dönemi kapsar. Dönemin coğrafitarihi görünümü için aşağıdaki bağlantıyı öneriyoruz. F.E. Eski Yunan Klasik Dönem Klasik dönem. Bu dönem (M.Ö. 500-323) insan bedeninin gerçekçi yaklaşımla incelenmesi ve biçimlerin idealleştirilmesi arasındaki uyumlu birleşmeyle belirgindir. Resim Apollon onuruna düzenlenen oyunlarda galip gelmiş savaş arabacısını betimleyen Delfoi Auriga’sı (M.Ö. 475’e doğru) duru ve dingin duruşu ve torsonun bacaklara oranla hafifçe bükülmesiyle ünlüdür. Dozu iyi ayarlanan simetrisizlik, bedenin ve yüzün ayrıntılarını incelikle ortaya koyan tunç oymacılığını öne çıkarır. Resim Yaklaşık yüz-yüz elli yıl sonra Polikleitos Doriforos figürünü (mızraklı asker) yaratarak ün kazanır. Bu heykellerden günümüze yalnızca Roma dönemi kopyaları kalmıştır. Bu eserde kişinin sağ bacağı destek vazifesi görürken, diğer bacak dinlenmektedir. Kalçanın bu hareketi esere ayrıcalık veren bir buluştur. Günümüze ulaşamamış bir de kitap yazan (Kanon) sanatçı, burada güzellik kavramını matematiksel oranlar üzerine oturtmuştur. Aynı dönemde Miron Disk Atan Atlet’i yaratır. (Aşağıda) Hareketin betimlenmesi açısından çok önemlidir. Bugüne yalnızca kopyaları kalmıştır. Atletin bedeninin bükülmesi ve kasla gerginliği, mermerin hareketsizliğine çok güçlü bir dinamizm katar. Anıtsal heykelciliğe gelince, klasik sanat, gerek alınlıkların alçak kabartmalarıyla, gerekse ton geleneğinin frizleri veya Dor geleneğinin triglifleri (üçüz yiv) arasına yerleştirilen metoplarıyla tapınak süslemelerine bağlı kalır. Burada sürekli bir gelişme gözlenir. Aigina’daki Afaia Tapınağı (M.Ö. 500-480’e doğru) alınlıkları, aralarında hiçbir bağıntı olmayan bağımsız ve yan yana konmuş figürlerden oluşur. Ama Olimpos’taki Zeus Tapınağı (M.Ö. 472-456) hem konu, hem de kompozisyon açısından birbiriyle ilişkili kişiler içerir. Bu tapınağın metoplarında, Herakles’in on iki işi yer alır. Fakat kahraman hiçbir zaman tam eylem halindeyken gösterilmez. Çok basit olan kompozisyon, neredeyse simetrik dikey çizgilerle dengelenir, konudan sonra harekete değil, dinginliğe değer verilir. Heykelci Feidias bu arayışları sonuca ulaştırır. Altından ve fildişinden dev heykellerin yaratıcısı odur: Olimpos’ta Zeus, Partenon’da Athena. Bu heykeller kaybolmuştur ama Partenon’un (M.Ö. 447-432) frizleri ve alınlıkları Feidias’ın sanatını tanımanıza yardımcı olun Frizde Panatenaia oyunları resmedilir. Atinalıların her dört yılda bir düzenledikleri bu geçit töreninin amacı, tanrıça Athena için örülen yeni örtüyü kendisine sunmaktadır. Bu uyumlu kompozisyonda hem gerçekçi, hem de idealist bir üslupla yontulmuş 350 insan ve 250 hayvan figürü vardır.


 Klâsik heykeltraşlığın mimarlık kadar sür'atle geliştiğini görüyoruz. M. Ö. 490 ile 450 yılları arasında yer alan dönem, Yunan sanat tarihinde "sert üslûp" dönemi olarak adlandırılmakta ve bu üslûbun meydana gelişinde 6 ncı yüzyıl sonlarında belirmeğe başlayan ve Pers harpleri zamanında daha kuvvetli olarak ortaya çıkan bazı etkenler önemli rol oynamaktadır. Sanatçı kişilikleri bu dönemde kendilerini daha fazla belirtmekte, heykellerde vücut, elbiseler ve hareketler daha realist bir şekilde kavranmakta ve geliştirilmektedir. Nitekim heykeller "frontalite" kanununun dışına çıkmakta, vücudun ağırlığını bir bacağa yüklemek ve serbest kalan bacağı hafifçe bükmek, dolayısıyla heykelin ana ekseninde dikey hatlardan ayrılmak ve başı hafifçe bir tarafa döndürmek suretiyle dimdik ayakta duran ve dosdoğru öne bakan arkayik heykellere kıyasla daha doğal şekiller almış bulunmaktadır. M. Ö. 5 inci yüzyıl başlarında İyonya heykeltarşlık ekollerinin yanında gerek Yunanistan'da, gerek İtalya ve Sicilya'da başlı başına bir karakter taşıyan birtakım ekoller buluyoruz. Argoslu Hageladas ve Aiginab Onatas'ın geleneğini sürdüren Peloponnes ekolleri en çok tunç heykellerde başarı göstermekte, arkayik sanatın ağırlık ve sertliğini gidermekte büyük rol oynamaktadır. Bu hususta Aigina'daki Afaya tapınağının Truva harbiyle ilgili savaş sahnelerini tanımlayan alınık heykelleri güzel bir örnek meydana getirmekte, bunlar aralarında 10-15 yıllık bir zaman farkı gösterdiklerinden bu gelişim hakkında iyi bir fikir edinilmesini mümkün kılmaktadır Resim Hem İyonya, hem de Peloponnes ekollerinin etkisi altında kalan Elisli bir heykeltraş tarafından yapıldıkları anlaşılan Olimpia'daki Zeus tapınağının alınlık heykelleri doğuda Oinomaos ile Pelops arasında yapılacak yarıştan önceki sükûnu, batı alınlığında ise ortadaki görkemli Apollon'un sağında ve solunda Lapit'lerle Kertavros'lar arasında yapılan mücadelenin en şiddetli ânını güzelliğe önem vermeksizin realist bir surette tanımlamakta, gerek figürlerin üslûbu, gerek hareketlerindeki canlılık bakımından. Afaya alınlık heykellerini geride bırakmaktadır. Resim Aynı tapınağın pronaos ve opistodomos'u üzerinde yer alan altışar metopta Herakles'in ödevleri tanımlanmış bulunmakta, bu kabartmalarda da sakin sahnelerle hareketli mücadele sahneleri birbirini izlemektedir. Fakat sert üslûp heykeltraşlığı en çok Atina'da ilerlemeler kaydetmiştir. M. Ö. 480 yılından sonra Atina sanatçıları, Akropol'de bulunan bazı kadın ve erkek heykellerinin gösterdiği gibi, îyon etkilerinden kurtulmakta, bağımsız olarak çalışmağa başlamaktadırlar. Bu dönemin en tanınmış tunç heykeltraşları arasında Kritios ve Nesiotes gösterilebilir. Bunlar Pers'ler tarafından İran’a götürülen Antenor'un tiran katilleri grubunun yerine yine iki heykelden ibaret bir grup yapmışlardı ki (478/77) bu grup agora'da duruyordu. Resim Yalnız Roma kopyalar halinde bize kadar gelen bu grupta iki arkadaş tirana saldırırken gösterilmişlerdir, önden ve yanlardan görülmek üzere yapılmış olan bu grupta şiddetli bir hareket dalgası gergin vücutları baştan aşağıya kadar kaplamakta, ana eksendeki burkulmalar ve heyecandan açılan dudaklar hareketi daha iyi belirtmektedir. Tiran katilleri grubundan başka Aigina alınlık figürlerinde de bulduğumuz geniş adımlarla ileriye doğru hamle yapma motifi en güzel ifadesini Artemision'da denizden çıkardan Poseidon (ya da Zeus) heykelinde bulmuştur. Bir Yunan orijnali olan bu heykel gerek hareketi, gerek vücut şekillerinin birbiriyle olan bağlantısı bakımından yukarda gözden geçirdiğimiz eserlerden daha olgun bir karakter taşımakta, belirli bir ekole sokulamamakla beraber sert sülûp döneminin sonuna tarihlenmektedir. Delfoi'da bulunan tunç arabacı heykeli de bir Yunan orijinali olup elbise kıvrımlarındaki düzen ve hafifçe sağa bakan başıyle dikkati çek­mekte, parçaları bize kadar gelen dört atlı bir yarış arabasının içinde durmakta ve dizginleri elinde tutmakta idi. Bu heykelin Orta Yunanistanlı bir heykeltraşın (belki Sotades'in) eseri olduğu sanılıyor. M. Ö. 450 ile 400 yıllarına arasındaki dönem mimarlıkta olduğu gibi heykeltraşhkta da Yunan sanatının en yüksek aşamasına ulaştığı dö­nemdir ki bu dönem sanatına "klâsik sanat" adı verilmektedir. 5 inci yüzyıl ortalarına doğru büyük heykeltraşların sert üslûbun çerçevesi dışına çıktıkları, daha eski dönemlerde de var olan bazı sorunların değerlendirilmesi için başka yollar izlemeğe başladıkları görülüyor. Bu dönem heykeltraşları herşeyden önce tanrı heykellerini ele almakta, bu heykellerde vücut ile elbise arasındaki ilişkilere, vücudun çeşitli kısımları arasındaki oranlara ve ciddî bir çehre ifadesine önem vermekte ve"güzelliği" bozabilecek herhangi bir şekil ya da hareketten kaçınmaktadırlar. Denilebilir ki Yunan sanatının en anıtsal ve en başarılı tanrı heykelleri bu dönemde yapılmıştır. Bu zamanın sanat merkezleri arasında Atina pek tabiî olarak yine birinci yeri almakta ve bu şehir birinci sınıf heykeltraş ve ressamlarla dolup taşan bir ekol haline gelmiş bulunmaktadır. Resim Bu heykeltraşların başında Attikalı Miron gelmektedir. Bu sa­natçı zamanımıza kadar Romen kopyalar şeklinde gelen heykellerinde, meselâ disk atan atlet heykeli ya da Atena ile onun yere attığı flütü kapmak üzere bulunan Marsiyas'tan meydana gelen grupta ânı hareketleri veya iki hareket arasındaki sükûn ânını kavramak ve bu hareketleri ifade eden gergin adaleli uzuvları tanımlamakta büyük başarı göstermiştir. Fakat Atina heykeltıraşlığı Fidias'la (Phidias, Phideias) en yüksek aşamasına ulaşmıştır. Perikles'in dostu olan ve başlı başına bir ekol kurduğu anlaşılan Fidias hem mermer, hem tunç ve hem de altın - fildişi tekniklerini mükemmelen biliyordu. Partenon için yapmış olduğu altın -fildişi Atena heykeli sağ elinde zafer tanrıçası Nike'yi, sol elinde içi ve dışı nakışlar ve kabartmalarla süslü bir kalkan tuttuğu halde ayakta büyük bir vakar ve görkemle duruyordu. Olimpiya'daki Zeus tapınağı için yapmış olduğu yine altın-fildişi Zeus heykeli gayet süslü bir taht üzerinde oturuyor, bir elinde Nike'yi, diğer elinde asasını tutuyordu. Birinci heykel hakkında Hellenistik- Romen heykel ve kabartmalar, ikinci heykel hakkında ise ancak Elis sikkeleri üzerindeki resimler sayesinde bir fikir edinebiliyoruz. Bu kolosal heykellerin özü tahtadan, elbiseleri ve türlü bezemeleri altından, baş, eller ve ayaklar gibi vücudun çıplak kalan kısımları ise ince dilimler halinde kesilmiş ve tahta özün üzerine yapıştırılmış fildişi levhalardan meydana geliyordu. Resim Aynı heykeltraşın yine Romen kopyalar şeklinde bize kadar gelen heykelleri (meselâ Apollon Parnopios, Atena Lemnia, yaralı Amazon, şair Anakreon) bu sanatçının bütün teknik zorlukları yendiğini, insan vücutlarını kendi muhayyilesine en fazla uyan ideal bir şekilde tanımladığını, çıplak heykellerde vücudu, giyimli heykellerde ise zengin kumaş kitleleri halinde aşağıya sarkan elbisenin bütün güzelliklerini kavramakta ve elbise ile vücut arasında tam bir uygunluk elde etmekte büyük başarı sağladığını, en çok tanrı heykellerini kendilerine yaraşan vakar ve azametle tasvire önem verdiğini açığa vurmaktadır. Resim Fidias'tan biraz daha genç olduğu anlaşılan Argoslu Polikleitos ( Polycleitos) hemen hemen Fidias çapında yaptığı tanrı heykellerinden başka (meselâ Argos'taki altın-fildişi Hera heykeli) çıplak erkek vücudunun bütün gücünü belirten atlet heykelleriyle ün kazanmıştır. Bu sanatçı aynı zamanda vücudun çeşitli kısımları arasında belirli oranları saptamış, bunlara dair "kanon" adlı bir eser kaleme almıştır. Polikleitos'un heykelleri arasında "mızrak taşıyan" (doriforos), "başına çelenk koyan" (kiniskos) ya da "başına bir şerit saran" (diadumenos) atlet heykelleri, bir de vücut şekilleri bakımından kadından ziyade erkeğe benzeyen "yaralı Amazon" heykeli zikrolunabilir. Fidias'ın öğrencileri olarak Alkamenes, Agorakritos, rakibi olarak da Kresilas gösterilmektedir. Bu sonuncu heykeltraşın en ünlü eseri Perikles'i strategos olarak tanımlayan portre heykeliydi. Romen kopyalar şeklinde bize kadar gelen bazı büstler Perikles'i ideal bir tarzda ve Olimpos tanrılarına özgü bir vakarla tanımlamaktadır.
M. Ö. 5 inci yüzyıl sonlarında heykeltraşlar, Yunan sanatının daha fazlası mümkün olmayan bir mükemmelliğe kavuşmasına rağmen, bazı yenilikler yapmak için uğraşmakta, yeni bir güzellik ideali ortaya koymakta, hareketlerin canlılık ve zarifliğine, elbiselerdeki hatların akıcı ve ahenkli bir şekil almasına ve gölge-ışık oyunları meydana getirmesine dikkat etmektedirler. Bu yenilikler sonunda üslûp zenginleşmekte, fakat aynı zamanda yapmacıklı bir karakter takınmaktadır. Bu "zengin üslûbun" başlıca temsilcisi olarak Atina Akropol'ünde Atena Nike tapınağının etrafını çeviren ve kanatsız Nike'lerle bezenmiş olan korkuluk levhaları gösterilebilir . Yunanistan'da bu birinci sınıf eserlerin yanında halk sanatına giren eserler de vardır ki, bunlar arasında zengin bir seri teşkil eden mezar stellerini (en çok Attika stellerini) zikretmek gerekir. Bazıları iyi heykeltraşların elinden çıkmış olan bu stellerin en tanınmış bir örneği olarak Hegeso adında bir kadının mezartaşı gösterilebilir. Burada arkalıklı bir iskemle üzerinde oturan Hegeso bir hizmetkârın kendisine sunduğu çekmeceden çıkardığı mücevherlerine hüzünle bakmaktadır. Likya'da İyonyalı ya da îyon üslûbunu benimsemiş yerli heykeltraşlar yukarda zikrettiğimiz mezar anıtlarını heykel ve kabartmalarla süslemişlerdir. Ksantos'taki "Harpiy'ler anıtı"nın mezar odasının dört tarafında mezarın sahiplerine yakınları armağanlar sunmakta, vücutları kuş, başları kadınbaşı şeklinde "Harpiy'ler" veya "Siren'ler" ölülerin ruhlarını göğe taşımaktadırlar. Resim Nereid'ler anıtında kaide, arşitrav ve çella frizlerinde yerli bir hükümdarın hayatiyle ilgili çeşitli sahnelerle karşılaşılmaktadır : Muharebe (tahkimli bir şehrin muhasarası ve zaptı), av, haraç sunma ve cenaze törenleriyle ilgili ziyafet, dans ve müzik sahneleri. Mezarın sahipleri ön cephe alınlığının içinde karşı karşıya oturmakta, mezar odasının etrafında ise şiddetle çoşup giden ve bu yüzden elbiseleri rüzgârda dalgalanan "Nereid'ler" durmakta idi. Yine aynı bölgede Gölbaşı'nda (Trisa) etrafı duvarla çevrili bir kutsal alanın ortasında ev şeklinde bir mezar ve bazı lâhitler yer almaktadır. Duvarların iç kısımları ve güney duvarının dışı üst üste iki sıra halinde kabartmalı frizlerle süslenmişti. Bu frizler konu olarak mezar sahibiyle ilgili savaş, av ve ziyafet konularının yanında o çağda Yunanistan'da çok sevilen mitolojik konuları da tanımlıyordu: Amazon ve Kentauros savaşları, Tesevs'in serüvenleri, Odisseia'dan alınmış bazı sahneler ve saire. Fenike'de Sidon'da (Sayda) bir kıral nekropolünde İstanbul müzelerinin kurucusu Osman Hamdi Bey tarafından bulunan "Satrap lâhti" doğu Yunanlı bir sanatçının elinden çıkmış olup yine bir hükümdarın hayatına ait çeşitli sahneler kapsamakta (taht üzerinde oturma, ara­baya atların koşulması, aslan avı, ziyafet), fakat bu kabartmalar Likya kabartmalarına kıyasla daha yüksek bir düzeyde bulunmaktadır. Yine aynı nekropolde bulunmuş olan "Likya lâhti" üzerinde atlılarla yapılan domuz ve arabalarla yapdan aslan avı, Kentaurossavaşları, sivri kemer şeklindeki kapak alınlıklarında ise grifon ve sfinks'ler görülmekte, usta bir İyon heykeltraşının elinden çıkmış olduğu anlaşılan bu eserde Partenon'un etkileri sezilmekle beraber bazı yeni­likler lâhtin M. ö. 410 - 400 yıllarına ait olduğuna işaret etmektedir. Doğu Yunan üslûbu 5 inci yüzyılda bir taraftan batıya (İtalya ve Sicilya), diğer taraftan Ege'nin kuzey bölgelerine yayılmıştır. Mendeli beykeltraş Paionios'un yapmış olduğu Nike heykeli Olimpiya'da Zeus tapınağının doğusunda 9 m. yüksekliğinde bir paye üzerinde duruyor ve Arhidamos harbinde Mesenya ve Navpaktoslu'ların Spartalı'lara karşı kazandıkları bir zaferi (aşağı yukarı 421 yılları) kutluyordu. Burada Nike kanatları açılmış olarak gökten aşağıya inerken tanımlanmıştır. Doğu Yunan sanatı aynı zamanda Pers ülkesine de girmiştir. Pers saraylarında Yunan heykeltraşlarının çalıştığını biliyoruz. Anadolu'da ise, en çok satraplık merkezleri ve bunların çevrelerinde Yunan - Pers etkilerini açığa vuran karma bir üslûpta yapılmış eserlerle karşılaşıyoruz. Bunlara bir örnek olarak Daskileion'a karşıt olduğu anlaşılan Ergili'de bulunan bazı kabartmalar (atlı kadınlar, kurban sahnesi) ya da cenaze alayı ve ziyafet sahneleri kapsayan ince uzun dikdörtgen mezar stelleri gösterilebilir


 IV. yy’da, heykelciler klasik dönemin ilkelerini daha esnek bir yaklaşımla yeniden ele aldılar. Praksiteles akıcı ve şehvetli bir biçim kabartısı yarattı. Çocuk Dionisos’u Taşıyan Hermes (M.Ö.350’ye doğru) adlı grupta tanrıya ait erkek bedeninde çarpıcı bir esneklik görülür Sanatçı, kadın heykeline de yenilik getirir. Knidos Afrodit’i (M.Ö. 350’ye doğru) adlı eseri kopyaları sayesinde tanınmıştır. Çok sayıda kopyasının olması, eserin ne kadar ünlü olduğunu gösterir. Praksiteles’in Afrodit’i Antikçağ’dakilerin gözünde heykel sanatının zirvesini simgeler. Yunan heykelinde ilk kez, kadın bedeni çıplak olarak görülmekte ve daha önce benzerine rastlanmayan bir cinsellik havası yaymaktadır. Dördüncü yüzyıl, Yunan heykeltraşlığı için de önemli bir çağ olmuştur. 5 inci yüzyılın son yarısında heykellerde ya da tablolarda tanımlanan figürlerin çehrelerinde içten gelen duyguların belirtilmesine başlanmış, doğallığa doğru gidilerek portre sanatının temelleri atılmıştı. Dördüncü yüzyılda ise, insanı inceleme konusu olarak ele alan sofizm ve herşeyden önce psikolojik sorunları gözönünde bulunduran Euripides tragedyalarının etkisiyle, heykeltraşlıkta realist bir akım başgöstermiş, bunun sonunda bugünkü anlamda bir portre sanatı vücut bulmuştur. Bu dönemde yalnız tanrılar için değil, fakat hayatta olan insanlar için de heykel dikmenin âdet oluşu bu gelişimde önemli bir rol oynamıştır. Bundan başka ölüler için dikilen heykellerde ya da bazen anıtsal şekiller alan mezartaşlarında da portre sorunlarıyla uğraşılmıştır. Bu dönem heykeltıraşlarının belirli kişilerin fizyonomilerini realist bir surette tanımlamağa, yani eserle sahibi arasında bir "benzerlik" elde etmeğe çalıştıklarını Ksenofon'un anlattığı ressam Parhasios'la Sokrates'in konuşmasından çıkarmak mümkündür. Bununla beraber bu benzerliğin ne dereceye kadar elde edilmiş olduğu hakkında kesin bir bilgimiz yoktur. Zamanımıza kadar gelen başlar ve büstlerin büyük bir kısmının şairlere ve filozoflara ait olduğunu görüyoruz. Bunların en tanınmışları arasında Atina'da Diyonizos tiyatrosunda durmuş olan ve büyük şair ve düşünürü bütün ağırbaşlılık ve görkemiyle tanımlayan Sofokles heykelinin Roma'da Lateran müzesindeki kopyası gösterilebilir. Bundan başka Mitradates adında bir Pers tarafından o zamanın tanınmış portre sanatçısı Silanion'a yaptırılıp Akademia'ya adak edilen heykelin kopyaları olup üstadı biraz çatık kaşlı bir düşünür olarak gösteren Eflâtun büstleri veya Euripides'i melânkolik, insan kaçkını, kendi kendini kemiren bir kişi ya da Sokrates'i geniş çehresi, yassı burnu, küçük gözleri ve basık boynuyla bir Silen tarzında tanımlayan başları zikrolunabilir. Resim Dördüncü yüzyılın ilk yarısında biri Sikyon'da, diğeri Attika'da olmak üzere iki büyük heykeltraşlık ekolü buluyoruz. Bunlardan birincisi Polikleitos geleneğini sürdürmekle beraber oranlarda bazı değişiklikler yapmakta, heykellere belirli bir derinlik ifadesi vermeğe çalışmaktadır. Bu ekolün ortaya koyduğu en önemli eserler arasında Roma'da Vatikan'da disk atan atleti ya da Efesos'ta bulunan bir tunç atlet heykelini gösterebiliriz. Attika ekolüne ait eserler arasında ise Kefisodotos(Cephisodotus ) 'un sağ kolunda Plutos (zenginlik) çocuğunu taşıyan heybetli Eirene (barış) heykelini zikredebiliriz. Bu yüzyılın ortalarına doğru başlı başına bir üslûp yaratmış olan sanatçılar arasında olan Evfranor ya da mermer işçiliğinde pek ileri giden Praksiteles önemli bir yer almaktadır. Sofizmin etkisi altında sofuluğun azaldığı bu dönemde Praksiteles genç tanrıları insanlaştırmış ve bunları belirli bir iş yaptıkları bir anda tanımlamağa önem vermiştir. Meselâ bu heykeltraşın genç Apollon heykeli elinde tuttuğu şişle ağaca tırmanmakta olan bir kertenkeleyi öldürmek üzere bulunmakta, genç Hermes ise kolunda taşıdığı Diyonizos çocuğuna bir üzüm salkımı uzatmakta ve çocuğun bu salkımı kapmak için çırpınmasından haz duymakta, ya da aynı sanatçının Knidos şehri için yapmış olduğu Afrodit heykeli tanrıçayı soyunduktan sonra hamama girmek üzereyken tanımlamaktadır. Resim Bir Yunan orijinali olduğu anlaşılan Hermes heykeli hariç, Romalı kopyalar şeklinde bize kadar gelen bu heykeller Praksiteles'in mermeri işlemekte büyük bir virtüoziteye sahip olduğunu, körpe ya da olgun erkek ve kadın vücutlarının tüm güzelliklerini açığa vurmakta büyük bir yeteneğe malik olduğunu açığa vurmaktadır. Atinalı olması muhtemel olan Leohares güzellik, ağırbaşlılık ve görkemleriyle göze çarpan, aynı zamanda zarif bir vücut ve hafif bir yürüyüş tarzı gösteren tanrı heykelleriyle ün kazanmıştır. Bu sanatçının bugün Roma'da Vatikan'da duran Apollon Belvedere heykeli , bir Yunan orijinali olmamakla beraber, Rönesans’tan zamanımıza kadar ününü korumuştur. Vücut yapısı ve hareket bakımından aynı özellikleri "Diane de Versailles" adını taşıyan ve halen Paris'te Luvr müzesinde duran bir Artemis heykeli taşımaktadır. Resim Attika üslûbunu Peloponnes üslubuyla karıştırdığı anlaşılan Paros'lu Skopas heykel ve heykel gruplarında tanrıları ya da insanları ekseri hallerde hiddet ve cezbeye kadar varan şiddetli hareket ânlarında tanımlamış, bunların o esnada durdukları maddî ve manevî acıları çehrelerinde belirtmekte büyük bir yetenek göstermiştir. Bu sanatçının da orijinal eserleri, yukarda zikrettiğimiz Tegea'daki Atena Alea tapınağı alınlık heykellerine ait bazı başlar ve Mausoleion frizlerine ait bazı levhalar müstesna olmak üzere, bize kadar gelmemiştir. Çok zedelenmiş olan Tegea başları basık ve köşeli şekilleri, derin gözleri ve hafif açık ağızlarıyla dikkati çekmekte, çehrelerinde korku ya da acı duygularını açık bir surette belirtmektedir. Halikarnassos'taki Mausoleion'a ait Yunanlı'lara Amazon'ların savaşını tanımlayan bazı kabartma levhalar vücutların eksenleri etrafında burkulmasıyle elde edilen sert hareketlerinden, çehrelerindeki patetik ifadelerinden, bir Yunanlı'ya tekme atan veya ata ters binen Amazon'larda olduğu gibi, orijinal motiflerinden ötürü bu sanatçının elinden çıkmış eserler olarak kabullenebilir. Karyalı olduğu anlaşılan, fakat uzun süre Atina'da çalışmış olan Briyaksis anıtsal tanrı (meselâ İskenderiye'de duran Sarapis heykeli) ve hükümdar heykelleriyle (meselâ Selevkos I in portre heykeli) ün kazanmıştır. Bu heykeltıraş da Halikarnassos'taki Mausoleion'da çalışarak kaide frizlerinden bazılarını ve birtakım heykeller vücuda getirmiştir. Heybetli vücudu, bol kumaş kitlelerinden meydana gelen elbisesi ve esrarlı bakışlarıyla doğulu bir hükümdar tipini temsil eden ve Mausolos'a ait olması ihtimal dışı bulunmayan bir erkek ve aynı üslûpta, fakat daha küçük boyda işlenmiş bir kadın heykeli (Artemisia) Briyaksis'e maledilebilir. Bu birinci eserlerin yanında halk sanatı çerçevesine giren eserler de vardır ki, bunlar arasında Atina'da 5 inci yüzyıl geleneğini sürdüren mezar stellerini zikretmek gerekir. Bunlar bazan arşitektonik çerçeveli derin hücreler içine yerleştirilmiş anıtsal figürler kapsamakta, bu figürler ise birçok hallerde büyük heykeltraşların etkilerini açığa vurmaktadır.

Hiç yorum yok

www.arkeoloji.biz. Blogger tarafından desteklenmektedir.